01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu henüz yürürlüğe gireli daha 2,5 yıl kadar olmasına rağmen -sıkı durun- 13.02.2011 tarihi dahil olmak üzere tam 13 kez değişikliğe uğradı. Tarihi not edelim.
Bir memlekette toplumsal uzlaşmanın özellikle sosyal güvenlik, eğitim, güvenlik ve sağlık alanlarındaki düzenlemelerle sağlanacağı ve varılan mutabakatın artık gerek devlet aygıtı gerekse onu oluşturan 'millet' için gelecek günlerin getirdiği şartlara göre öyle zırt vırt değiştirilecek ve 'dokunulacak' alanlar olmadığı aşikardır. Yine bu alanlardaki vatandaş aleyhine veya lehine düzenlemeler, dünya siyasal tarihinde iktidarları götürüp getiren alanlar olarak tarihe geçmiştir.
Türk Sosyal Güvenlik Sisteminin de tarihi 'gelecek günün getireceklerine' göre değil -çok maalesef- siyasal partilerin arzu ve hırslarına göre yazıldı. Türk Sosyal Güvenlik Sisteminin kurgulandığı tarihler ve hiç emekli maaşı ödenmeden geçen yıllar dikkate alındığında bugün ülke bütçesi kadar fonların idare edilebileceği, aktüeryal dengeleri devamlı primler lehine fazla veren, her vatandaşın sosyal güvenlik bilincinin oluştuğu, hattı zatında fon idarecisinin popçu-topçu ve ekran figürlerinden daha meşhur bir kimlik olması beklenirdi. AMA OLMADI. Önce, Kurumun verdiği emekli aylığının, haneyi doyurmadığı anlaşılınca "bireysel emeklilik" diye sosyal olanın piyasaya açılmasının ilk adımı atıldı. Burada amaç "bak vatandaş benim verdiğim aylık sana yetmiyor biliyorum, ancak gel sen bu bireysel emeklilik sistemine de ayrıca para öde ordan da ilerde maaş al, işte o zaman (belki !) çift emekli maaşınla geçinebilirsin" idi. İkinci adım yine dünyada hiçbir örneği olmamasına rağmen sosyal güvenlik sistemi şemsiyesi altında bulunan sigortalılarına sağlık hizmetini kendisi sunan bir Kurumun hastanelerini devreden çıkarmaya sıra geldi. Zaten bu hastaneler nüfusun 2/3'üne hizmet vermesine ve en az cerrahi hata yapmalarına rağmen hep günah keçisi idiler. Basın mensupları haber kıtlığı çektiklerinde soluğu bu hastanelerde alırlardı. Umarım bu satırları okuyup gelecek nesillere verecekleri hesabı da yapıyorlardır. Hastanelerin Sağlık Bakanlığına devri yapıldıktan sonra üçüncü adım sağlığın özelleştirilmesine sıra geldi. Sosyal Güvenlik Kurumu, artık 'sağlık hizmeti üreten' değil 'satın alan' konuma geldi. İşte sonuçlar: 2005'deki Türkiye nüfusu 68.582 iken 2010-Aralık nüfusu 73.722 milyona gelmiştir. Yani bu 5 yıllık dönemdeki nüfus artış hızı %7,49 'dur. Sağlık harcamaları hastanelerin devrinin yapıldığı 2005 yılında 13.608 milyar TL iken 2010 yılı sonunda 32.080 milyar TL'ye ulaşmıştır. Yani, ülke nüfusu 5 yılda %7,49 artarken, sağlık harcamalarının artışı %135,74'e ulaşmıştır. Bir anlamda SGK, artık özel sağlık sektörünün finansörü haline gelmiştir. Bizlere üniversitede Türk Ekonomi Tarihi okutulurken birden aklıma 1960'lı yıllardaki 'ithal ikame politikaları' aklıma geldi. O zaman bu politikaları okurken de hayıflanmıştım. Devletin KİT olarak bilinen ve mal-hizmet üreten kuruluşları, kendi ürettiği mamul ya da yarı mamul maddeleri, yurtdışında o ürünün kendisi daha ucuz olmasına rağmen salt Türkiye'de üretilsin diye "zararına" Türk özel sektör kuruluşlarına veriyor ve vatandaşın vergileriyle beslenen ve ayakta duran bu kuruluşlar günden güne zarar ettirilerek adına ithal ikame politikaları adı veriliyordu. En bariz örneği vereyim de aklınız da kalsın. TOFAŞ. İşte, gelinen durum itibariyle, vatandaşın rahatlığı adına her uygulama yine çok maalesef Kurumun aktüeryal dengelerini alt üst etmekle kalmamış, gerek bugünün gerekse de gelecek nesillerin geleceğini ipotek altına almıştır. Ancak, çözümsüz sorun olmadığı gibi devleti hiç ama hiç yıkılmayan Türk Ulusunun bu sorunları da yeneceğine kuşku yoktur. Atamızın dediği gibi "MUHTAÇ OLDUĞUN KUDRET DAMARLARINDAKİ ASİL KANDA MEVCUTTUR."